XII. yüzyıldan başlayarak Orta Asya’da ve XIII. Yüzyıldan
sonra da Anadolu’da ve bütün Osmanlı topraklarında gelişen İslâmî-Türk edebiyâtı
olan dîvân edebiyâtı, nesir ve nazım olarak ikiye ayrılır. Bu edebiyâtın, nazım
ağırlıklı olduğu, kolayca görülür. Dîvân şâirlerinin mesnevî dışındaki
şiirlerini topladıkları kitapları, “dîvân” adını taşır ve bu sebeple bu
edebiyât “dîvân edebiyâtı” adını almıştır.
Dîvânların Tertîbi: Bir dîvân içinde, sırasıyla şu tip
şiirler bulunur.
l. Tevhîd: Allâh’ın birliğini, yüceliğini anlatan kasîde.
2. Münâcât: Allâh’ın yüceliğini, onun karşısında kulun
aczini ve bu yüce kudret sâhibine yakarışını işleyen şiirler.
3. Na’t: Hz. Muhammed’i öven kasîdeler.
Bir divânda çâr-yâr-ı güzîn’i, Mevlânâ’yı, devlet
büyüklerini öven kasîdeler de bulunur.
Gazeller: Gazeliyyât, dîvânın en geniş ve önemli kısmıdır.
Bunlar, kâfiye rediflerinin son harflerine göre sıralanırlar. Buna elifbâ
sırası denir.
Musammatlar:
Kıt’alar.
Rübâ’îler
Tuyuglar
Târîhler
Lûgazlar
Mu’ammâlar
Müfredler
I. Kasîde:
Bir kasıt ve maksat güden uzunca manzûmelerdir. İlk olarak
câhiliyye dönemi Araplarında görülür. Oradan Îran’a ve daha sonra XI. Asırda
Türklere geçmiştir.
Arap edebiyatının ürünü olan kasîdenin M.Ö. V. Yüzyıla
uzandığı bilinir. Hicretin ilk yıllarına kadar Arap şiirinde başlıca iki nazım
şekli vardı. Birisi “recez”, diğeri ise “kasîde”ydi. Recez, ânî ilhamlarla, bir
anda söylenirdi, irticâlîydi.
İlk kasîde örnekleri “seb’a-i mu’allaka” denilen yedi
muhtelif şiirde görülür. Bu yedi kasîde, her yıl yapılan panayırlarda okunan
şiirler arasında, herkesçe sevilip beğenilen şiirlerdi ve Ka’be duvarında
sergilenirlerdi. Anlamı “yedi askı” demektir.
Kasîdenin muhtevâsının zenginleşmesi ve bir nazım şekli
olarak en büyük önemi kazanması, İran edebiyâtı sâhasında oldu. Sâsânîler
devrinde başlayan saray edebiyâtı geleneği, Türk devletlerine de yayıldı.
Kasîdenin Şekli:
Kasîdenin ilk beytinin mısraları, kendi aralarında
kâfiyelidir. Beyit sayısı muhteliftir. Genellikle otuz birden doksan dokuza
kadar olduğu söylenir. Ama 20 beyitten başlayıp 500 beyitten fazlaya kadar
uzanan değişik hacimde kasîdeler vardır. Türk Dîvân şiirinde bu sayılar, 45-75
arasıdır. İlk beyti kâfiyeli olmayan kasîdeler, aynı vasıftaki gazeller gibi,
şeklen kıt’a hükmündedirler.
Kasîde, beş bölümden oluşur:
1. Nesib (teşbîb): Eski belâgatçılar, nesibi “kasîdenin
başında söylenilen gazel” diye tarif ederler. Buradan, “tegazzül” bölümünün,
eskiden başta olduğu anlaşılmaktadır. Teşbib, konusu şâirin kendi hâlini
anlattığı, aşk ıztıraplarını tesellî yollu söylediği şiirdi. Bu kelime “ateş
yakmak” anlamına geldiğinden, Arap edebiyâtında âşık, sevgilisini anarak coşkunluğunu
ve sevgisinin ateşini arttırdığı için gazele teşbib demiştir. Fakat şâirlerin çoğunluğu, kasîdenin
başlarında bulunan zamanın ferahlığını, insanlara ezâ ve cefâsını, diğer
taraftan bağ-bahçe ve çiçeklerin tasvirlerini, zevk ve neş’e duygularını ihtivâ
eden gazele, hem teşbib hem de nesib diyerek bu iki kavramın birini, diğerinden
ayırmamışlardır. İçinde teşbib, yani gazel bulunmayan kasidelere “mahdûd” ya da
“muktedâb” demişlerdi ki anlamı “tegazzülden geri kalmış ve teşbîbden kesilmiş”
demektir.
Nesîb (teşbîb) bir mevsim, bir olay, bir manzara, bir
çiçek ve başka akla gelecek her şeyin tasviri olabilirdi. Şâir, tasvir ettiği
şeyle ilgili somut görüntü ve belirtileri, bilgisinin ve kültürünün el verdiği
ölçüde yorumlar, kendi düşünce ve duygu âlemine göre anlamlandırırdı. Nesîb
bölümü, şâirin genel kültürünü sergilemesine en uygun ve kasîdede de oldukça
uzun bir bölümdü.
Şâir, bundan sonra okuyucuda yeni bir düşünce ve duygu
zevki uyandırmak için aynı kâfiyede bir beyit söyleyebilir ki buna “tecdîd-i
matla’” denir. Araya gazel yerleştirdiği
de olurdu. Matla’ı yenilerken, kâfiye bulmakta sıkıntı çekmeyecek kadar dil
hakimiyeti bulunduğunu da isbat etmiş olurdu.
Gazel, bazen kasîdenin baş tarafına yerleştirilirdi.
Şâirin kasîdeye bir gazelle başlaması mümkündü.
Dîvân edebiyâtında, şiir denince akla hemen gazel geldiği için, şâirlik
de gazeldeki başarıyla ölçülürdü. Böylece şâir, kasîdeye yerleştirdiği tegazzül
bölümüyle gerçek bir şâir olduğunu ispat etmeye çalışırdı. Tegazzül, “Mehdiye”
den sonra da olurdu.
2. Girizgâh:
Daha sonra, girizgâh denilen bir veya birkaç beyitlik
bölümle medhiyyeye geçilirdi. Girizgâh, medhiyyeye giriş bölümüdür.
Medhiyye:
Kasîdenin yazılışından maksat, bu bölümdür. Şâir, medhiyye
bölümünde sultanlık, vezirlik, müftülük gibi yüksek makamlardan birinde bulunan
kişinin, o makamın gerektirdiği erdemlerin en yücesine sahip olduğunu söyler,
böylece hem onu övmüş; hem de diğer taraftan o erdemlere gerçek anlamda sâhip
kişiyi tarif ederek kasîdenin muhâtabını öyle olmaya davet etmiş olurdu. Bu
özellikler adâlet, bilgelik, cömertlik, düşkünleri koruma, san’at ve ilim
adamlarına el uzatmak, merhamet, cesâret gibi kavramlardı. Bu arada bir cimriyi
cömert, bir zâlimi merhametli, elini kılıç kabzasına dokundurmamış birini en
büyük kahraman diye tarif etmek gibi tuhaflıklar da olurdu. Bir şâirin göz göre
göre gülünç olmak istemesi mümkün olmayacağına göre, bu şâirlerin, diledikleri
özellikleri zikr ederek memdûh denilen övülen kişiyi, anlattıkları gibi olmaya
teşvîk ettikleri söylenebilir.
Fahriyye: Bu bölümde şâir, ne kadar ince hünerli ve
bilgili olduğunu söyleyerek yaptığı övgünün önemini ve değerini îmâ ederdi.
Kendi kâbiliyetlerinden, şikâyetlerinden, şiirlerinin mükemmeliyetinden söz
eder, kadirbilmezlikten yakınırdı. Fahriyye bölümünden aşağıdaki du’â bölümüne
geçerken şâ’ir mahlasını söyler ki bu beyite “Taç beyti” denir.
Du’â Bölümü:
Du’a bölümüyle kasîde son bulurdu. Burada, övülenin şahsına ve mevkiine göre
mutluluğunun, ömrünün, zaferlerinin artmasına, sürekli olmasına du’â edilirdi.
Yukarıda zikredilen bölümler, bütün kasîdelerde
bulunmayabilirdi.
Genel olarak kasîdeler,
en az on beş beyittir ve daha kısa kasîdeler “kasîde-i beççe” (çocuk
kasîdesi) diye tebessümle küçümsenirdi.
Kâfiye sistemi aa
ba ca ..........
II. GAZEL:
Arapça olan gazel kelimesinin, sözlük anlamı, “sevgi
üzerine konuşmak, söyleşmek”tir. Edebî terim olarak ise, en eski nazım
şekillerinden birinin adıdır. Beyitlerle kurulur ve tek kâfiyeli, kısa bir şiir
şeklidir.
Kâfiye düzeni aa, ba, ca, ça, da, ea, ............
Gazel, 5-7-9-11 ........ beyitten oluşur. Umûmiyetle 5 ve
7 beyitten ibârettir; fakat 30-40 beyte kadar uzayan gazeller de vardır.
Gazelin ilk beyti musarra’dır. Yani mısralar, ilk beyitte
birbiriyle kâfiyelidir. Buna mukaffâ (kâfiyeli) da denir. Sonraki beyitlerin
ilk mısra’ları serbesttir. İkinci mısra’lar, mutlakâ ilk beyitle kâfiyeli
olurlar.
İlk beyite matla’ (doğuş yeri) denir. İkinci beyitin,
birinciden daha güzel olmasına özen gösterilir ve ikinci beyite “hüsn-i matla’”
denir.
Bazen gazelde birden fazla musarra’ beyit bulunur. Yani
ilk 2-3 beyit tek kâfiye üzerine kurulurlar. Bu tür gazellere çok matla’lı
anlamına “ zü’l-metâli’” denir. Sadece ilk iki beyit tek kâfiye üzerine
kurulmuşsa, yani peşpeşe iki matla’ varsa, bu tür gazellere, “dü matla’” (iki
matla’lı) denir.
Gazelin matla’dan sonra gelen beyitlerini de kâfiyeli
yapmaya “tasrî” denir. Bütün beyitler her mısra’ı tek kâfiye üzerine
kurulmuşsa, bu gazellere “musarra’” denir.
Bazen şâir, matla’ın birinci ya da ikinci mısra’ını
gazelin makta’ında, yani son beytinde tekrarlar. Buna “redd-i matla’” denir.
Matla ve makta’ dışındaki mısralardan biri makta’da tekrarlanırsa, buna da
“redd-i mısra’” denir. Redd-i matla’ ve redd-i mısrâda tekrarlanan mısraların,
anlamlarının sağlam olması gerekir.
Gazelin son beytine makta’ (kesme yeri, bitirme yeri)
denir. Makta’dan bir önceki beytin, makta’dan daha güzel olmasına dikkat edilir
ve bu beyite “hüsn-i makta’” denir. Gazellerin makta’ beyitlerinde şâirler,
umûmiyetle fahriye yaparlar (övünürler)dı.
Şâirler, şiirlerinin başka şâ’irlerin şiirlerine
karışmaması için, takma ad (mahlas) kullanırlar ve bu mahlası, genellikle
makta’ beytinde kullanırlardı. Buna, tahallus denir. Eğer mahlas, sözlük
anlamıyla kullanırsa, buna “hüsn-i tahallus” denirdi:
“Âvâzeyi bu ‘âleme Dâvûd gibi Sal-Bâkî kalan bu
kubbede bir hoş sadâ imiş”
Mahlas beytine, “mahlas-hâne” de denir. Bazen şâ’irin,
mahlasını iki ayrı yerde tekrarladığı da görülür. Mahlasını, redif olarak
kullanan şâirlere de rastlanır. (Örnek: Cem Sultan)
Şâ’irin mahlası, gazelin makta’ beytinden önce
kullanılabilir. Şâ’ir gazeline aşk, şarap, güzellik, sâkî gibi konularla
başladıktan sonra, bir beyitte mahlasını söyler ve bu arada gazeline bir ya da
birkaç beyit daha ekler; şiirini uzatır. Bu eklenen beyitlere zeyl (ek) denir.
Bu beyitlerde şâ’ir, zamanın büyükleri için medhiyelerde bulunurlar. Gazel bu
hâliyle bölümleri eksik bir kasîdeye benzer. Bu tür gazellere “müzeyyel”
(uzatılmış, zeyl almış) gazel denir.
Gazelin en güzel beytine “beytü’l-gazel” veya “şâh beyt”
denir.
Gazelde redif, bir kavram birliği sağlar. Beyitler
arasında da anlam birliği ve bütünlüğü bulunan, bir pilan ve kompozisyon
kaygısıyla söylenmiş gazeller, “yek-âhenk gazel” adını alır.
Gazelde anlam birliği ve konu bütünlüğünden başka
beyitlerin aynı güç ve güzellikte olması da özenilen bir husustur. Bu
güzelliğin sağlandığı gazellere, “yek-âvâz” gazel denir.Yek-âvâz gazellerde,
konu birliği aranmaz.
Kasidelerde genellikle medhiyye bölümünden sonra şâ’ir,
bir fırsat düşürüp aynı vezin ve kâfiyede bir gazel kaydeder. Bu bölüme
tegazzül (gazel söyleme) denir. Bunun amacı, medhiye bölümünün ağır üslûbunun
hafifletilmesi ve kasîdeye bir canlılık kazandırmaktır. Kasîde içinde şâir,
duruma uygun bir beyitle gazel söyleyeceğini önceden îmâ eder. Bazen kasîdenin,
gazelle başladığı da olur. Bu tip kasîdelerde, daha sonra medhiye bölümü gelir.
Mısra ortalarında iç kafiye bulunan ve böylece her beyti
ortadan bölünerek dörtlüğe dönebilen gazellere, musammat gazel denir.
İki şâir, birlikte gazel yazmışlarsa, bu tip gazeller,
“müşretek gazel” diye adlandırılır.
Bazen de bir gazel, Türkçe, Arapça veya Farsça olarak
yazılır. Mısraları değişik dillerde olan bu tip gazellere “mülemma gazel” adı
verilir. Bu tip gazellerin ilk mısraları, genellikle Türkçe olur. Farklı dil
kullanımının mısrada değil, beyitte bulunduğu mülemma gazellere de rastlanır.
Bazı gazeller, karşılıklı konuşma şeklinde şekillenmiştir.
“Dedim:....” , “Dedi: ..........” tarzında şekillenen bu tip gazellere “mürâca’alı
gazel” denir. Bu tarzda soru cevap şeklinde yazılmış gazellerde soru ve cevap aynı mısra’da veya soru ilk mısra’da
cevap ikinci mısra’da olur.
Gazelin Önemi ve Konuları:
Nazım, dîvân edebiyâtında nesre göre daha çok ilgi
görmüştür. Şâ’irler, sadece şâ’irâne duygu ve düşünceleri değil, türlü bilimsel
konuları da işlemişlerdir. Ancak, gerçek şiir özelliği taşıyan ürünler arasında
ilk sırayı, gazeller alır. Gazel, şiirin sadece san’at için ele alındığı nazım
şeklidir. Türlü duygu ve düşünceler, en hür ve serbest şekilde, ancak gazelde
ele alınır. Kısa bir nazım şekli olduğu için, gazel şâire kafiye ve redif
bakımından kolaylık sağlar. Anlam bütünlüğü, umûmiyetle beyit içinde tamamlanır. Bu da her beytin,
âdetâ bir kuyumcu titizliğiyle işlenmesi imkânını verir. Şiirin bütünlüğü,
özenle işlenmiş beyitlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu sebeple gazel, bir
ipliğe dizilmiş inci tanelerine benzetilir. Şâ’ir, gazel beyitlerinde ‘âşıkâne,
rindâne, sofîyâne, zâhidâne, hakîmâne duygu ve düşüncelere yer verdiği gibi;
şiir, şâ’ir ve san’at üzerine eleştiri ve değerlendirmeler de yapar. Bu türlü
düşüncelere, gazellerin genellikle makta’ beyitlerinde rastlanır. Şâ’ir, bu
beyitlerde aptığı fahriyelerin yanı sıra, bilhassa gazelin nasıl olması, nasıl
yazılması gerektiğini de belirtir. Şâ’irler “şiir”, “gazel” redifli gazeller
yazarak da bu yoldaki düşüncelerini anlatmışlardır. Ayrıca bu türlü
düşüncelere, dîvân önsözlerinde de rastlanır.
Gazel Türleri:
‘Âşıkâne gazel:
Gazelde en çok işlenen konu kadın ve ‘aşktır. Bunun yanı
sıra sevgilinin güzelliği, çekiciliği; ona duyulan hayranlık ve özlemin ve
sevgilinin ‘âşıka olan kötü muâmelelerinin verdiği ıztırap, rakîbin âşıkta
uyandırdığı kızgınlık ve kıskançlık; feleğin ve tâlihin âşıka cevirleri de
anlatılır. Bunun dışında meyhâne, içki âlemleri, şarabın zevki, bahaârın
verdiği neş’e, tâlihin iyi veya kötü cilveleri, en çok işlenen konulardır. Dîn
ile ilgili düşünceler; tasavvuf, ham sofularla alay, hayat, dünyâ ve âhiret
hakkında türlü görüş ve hikmet yorumları da gazellerde sık sık söz konusu
edilir. Bu konuların kesîf olarak işlendiği gazeller, üslûp yönünden çeşitli
adlar alır. ‘Aşkın verdiği mutluluğu, ayrılık acısını, sevgilinin cefâsından ve
vefâsızlıklarından yakınmayı; sevgiliye yalvarışları, kavuşma isteğini, içli ve
duygulu bir biçimde anlatan gazeller, ‘âşıkâne gazel gurubuna girer.
Rindâne gazel:
Umûmiyetle dünyadan zevk alarak fânî hayâtın bütün fırsat
ve imkânlarını değerlendirip mutluluğa kavuşmayı, toplum kurallarını, dînin ve
şerî’atın emir ve yasaklarını umursamadan kendince daha yüksek bir insanlık
seviyesine ulaşmayı; yeyip içip eğlenmeyi; içkiyi, içki zevkini, içkiyle ilgili
türlü düşünceleri işleyen yani rind ve rindlik felsefesine geniş yer veren
gazellerdir. (Rind: Etvârı sâde, mu’tâdı bâde, aklı nûr-ı ‘irfân ile pîrâste
–olan kişi-).
Şûhâne gazel:
Kadını, kadın güzelliğini, aşkın maddî ve ma’nevî
zevklerini konu alan zarif, nükteli ve çapkın bir üslûpla yazılmış gazellerdir.
Dîvân şiirinde bu yolda yazılmış gazellerin en parlak örneklerine, Nedîm’de
rastlanır. Ondan sonra yazılan bu tarz gazellerin “Nedîmâne gazel” diye
anılması dahi söz konusu olmuştur.
ç. Hikemî gazel:
Ahlâk ve edeple alâkalı öğütler veren, şâirin hayat
tecrübelerine dayanan ve bu konudaki görüşlerini ihtivâ eden, özdeyiş
denilebilecek sözlerin ağır bastığı gazellerdir.
d.Sofîyâne gazel: Daha çok mutasavvıf şâirlerde görülen ve tasavvufu, sofî
inançlarını anlatan, tarîkatlerin düşünce sistemini işleyen, bunlar arasında
dînî konulara da yer veren gazellerdir.
e.Sebk-i Hindî: İran şairlerinin etkisiyle dîvân
şiirimizde XVII. Yüzyıldan itibaren ortaya çıkan bu akım, çok rağbet görmüş ve
bu yolu benimseyen şâirlerce, bu tarzın özelliklerini taşıyan pek çok gazel
yazılmıştır. Bu şiir tarzı, sözden çok anlama, gerçekten çok hayâle önem veren,
yeni mazmunlar bulmaya, zincirleme terkiblerle ince istiâre, benzetme ve
kinâyeler, mübâlağa ve tezatları çok kullanmaya dayanan bir akımdır. Bu yola,
eski mazmunları tekrarlamamak ve şiire yeni bir söyleyiş getirmek amacıyla
girilmiştir.
f.Türkî-i Basît:
Dîvân şiirinde basit bir Türkçeyle gazel yazmaya verilen
addır. Böyle gazeller basît-nâme adıyla da tanınır. Bu gazellerde Arapça,
Farsça kelime ve terkibler, yok denecek kadar azdır. Edirneli Nazmî (Ö. 1535)
ve Tatavlalı Mahremî (Ö. 1548), Türkî-i Basît cereyânının ilk tatbikçileri
olarak kaydedilirler.
g. Mesel-âmîz gazel:
Deyim ve atasözü kullanmakta ve mecazlı anlamlarıyla başka
sözler arasında ilişki kurarak gazel yazmakta ustalaşan şâirlerin meydana
getirdiği akımın ürünleridir. Böyle şâirlere “mesel-gû”, bu tür gazellere
de “mesel-âmîz- gazel” denir. XV. Asırda
çok tutulan bu tarz, Bosnalı Sâbit (Ö. 1712)’te zirveye çıkmıştır.
III. Musammat:
Üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz, dokuz, on .........
mısralı bendlerden oluşan nazım şekilleridir. Her bend bir bütündür.
Musammatlar müzdevic veya mütekerrir olur. Müzdeviç musammatların bedlerinde,
sondan birer veya ikişer mısra aynı kâfiyede olur. Mütekerrir musammatlarda,
bendlerin sondan birer veya ikişer mısraı tekrarlanır. Musammatların Türk
edebiyâtında en çok kullanılan şekilleri aşağıdadır:
Dörtlüler (Murabba)
(Gazellerin her beytinin önüne ikişer mısra eklemeye terbî’ denir)
Beşliler (Muhammes)
Altılılar (Müseddes)
Yedililer (Müsebba’)
Sekizliler (Müsemmen)
Dokuzlular (Mütes’a)
Onlular (Mu’aşşer)
Terkîb-i Bendler : Aynı vezinde 5-l0 beyitlik bendlerden
kuruludur. Son beyite vâsıta, öndeki bir grup bende hâne denir. Hânelerin bütün
mısraları kâfiyeli olabilir (müselsel), ya da gazel gibi kâfiyelenebilir.
Vâsıta beyitlerinin kâfiyeleri, kendi içlerindedir.
Tercî’-i Bendler: Bir terkîb-i bendin vâsıta beyti tekse
ve her hâne sonunda tekrarlanıyorsa, buna tercî-i bend denir.
Terkîb-i Bend ve Tercî-i Bendlerin bend sayıları da 5-l0
arasında değişir. 7 rakamı tercîh edilir.
Tahmîs: Bir şâirin bir gazelini alıp da her beyit önüne
aynı vezin ve kâfiyede üçer mısra eklenerek yapılır.
Taştîr: Bir şâirin bir gazelinin her beytini meydana
getiren mısraların aralarına üçer mısra
ilâvesiyle yapılır.
Saydığımız şekiller dışında şu iki şekil, özellik arz
eder:
Şarkı: murabba’dan geliştirilmiştir. abab, cccb, dddb,
...................
aaaa , bbba,
ccca, ...................
Yahut/ a-nakarat-a-nakarat , bbb-nakarat, ccc-nakarat ........ olur.
Tardiyye: Muhammes’in özel bir şeklidir. bbbba, cccca,
dddda, .......................
IV. Müstezad: Her mısraının altına, bir kısa mısra ilâve
edilmiş gazel gibidirler. Zaten adı, ziyâdelenmiş (arttırılmış) anlamına gelir.
Kısa mısrâlara ziyâde denir.
Müstezâdın özel vezni “Mef’ûlü mefâ’ilü mefâ’îlü fe’ûlün”
+ Mef’ûlü fe’ûlün” dür.
V. Rübâ’î: Dîvân edebiyâtına, İran edebiyâtından
geçmiştir. Dört mısra’dan ibâret bir nazım şeklidir. Felsefî ve sofîyâne
muhtevâlı şiirlerdir. 24 özel vezinle yazılır. Kâfiye düzeni:aa, xa’dır.
Rübâ’îlerde, mahlas kullanılmaz.
VI. Tuyug. XVI yüzyıla kadar daha çok Âzerî ve Çağatay
edebiyatlarında rastlanırdı. Halk edebiyâtımızdaki mâninin dîvân edebiyâtındaki
karşılığıdır. Genel olarak
Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezniyle yazılır ve cinaslı
kâfiyelere çok yer verilir.
VII. Kıt’a: Kıt’a,
2, 4 veya daha çok beyitten kurulmuş matla’sız gazeldir. Bir fikri, bir nükteyi
yahut bir yergiyi konu olarak alır. Bazen ilk beytin kâfiyeli olduğu da
görülür. Kıt’alarda, genellikle konu bütünlüğü görülür. 30-40 beyitlik
kıt’alara, “kıt’a-i kebîre” denir.
VIII. Târîh: Savaş, barış, tahta çıkma (cülûs), cülûs
yıldönümü, evlenme, sakal bırakma, ölüm vb. gibi olayları veya saray, yalı,
çeşme, hastane, medrese, kışla vb. yaptırma veya tamir ettirme gibi önemli
olayları ebced hesâbı denilen usulle tespit
eden bir nazım türüdür.
Ebced: elif. 1 be: 2 cim: 3 dal: 4 he: 5
vav: 6 ze: 7 ha: 8
tı. 9 ye: l0
Kef: 20 lâm:
30 mim: 40 nun: 50 sin: 60
ayn: 70 fe: 80 sad: 90 kaf: l00
Rı: 200 şın: 300 te: 400 peltek se: 500 hı: 600 zel: 700 dat: 800
zı: 900 gayn: l000
Târîh-i tâm: Târih mısraının bütün harfleri, tarihi bulmak
için toplanır.
Tâmiyeli târîh: Tarih beytinden katılmalar veya çıkarmalar
yapılarak elde edilir. Şâir, neyin çıkarılıp katılacağını espriyle bildirir.
Târîh-i mücevher: (cevherîn târîh): Sadece noktalı harfler
toplanarak hesaplanan tarih.
Târîh-i mühmel (bî-nukât, sâde): Yalnız noktasız harflerin
toplanmasıyla bulunan tarih.
Târîh-i dü-tâ: Târih mısraında aynı târihin iki def’a
düşürülmesidir.
Lâfzen ve ma’nen Târîh: Tarih hem harf değerleriyle ve hem
de rakam olarak söylenir.
IX. Mu’ammâ: Bir insan isminin, îmâ yoluyla buldurulması
üzerine kurulmuş şiirlerdir.
X. Lûgaz: Manzum bilmece. Herhangi bir nesne veya hayvan
adının bilmece olarak manzum biçimde sorulmasıdır.
XI. Müfred: Bir dîvânın sonundaki tek tek beyitlere ve
mısra’lara denir.
XII. Mesnevî: Lûgat anlamı ikişer, ikişerli demektir.
Nazım terimi olarak mesnevî, her beytinin mısraları kendi arasında kafiyeli
olan uzun nazım şeklidir. Bazı mesnevîler, dîvânın içinde yer alırlarsa da
genellikle mesnevîlerin ayrı kitaplar hâlinde yazılması söz konusudur.
Mesnevîlerin beyit sayısı, sınırsızdır.
Mesnevînin Düzeni: Ayrı kitap halinde yazılmış mesnevîler,
genellikle üç bölümden meydana gelirler:
Giriş bölümü
Konunun işlendiği bölüm
Sonuç bölümü
Giriş Bölümü:
Besmele: Sadece “Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm”
ibâresinden ibaret olabileceği gibi başlı başına bir şiir de olabilir. Besmele,
işleri kolaylaştıran ve işe uğur, bereket kazandıran bir anahtardır.
Tevhîd Bölümü: Allâh’ın
birliğini ve yüceliğini konu edinen bölümdür. Esmâ’ü’l-hüsnâyı meydana
getiren ilâhî sıfatlar sayılır. Kâinâtın düzeni, O’nun birliğine şâhit tutulur.
Münâcaat: Allâh’a yakarış bölümüdür. Şâir, kendi
zayıflığını ve Allâh’ın azametini anlatır. Günâha batmışlığından, Allâh’ın
gufrânından ve affından bahseder. Yazmakta olduğu eserin tamamlanması için
Allâh’a sığınır ve yanlışlardan, eksikliklerden uzak olması için Allâh’ın
yardımını niyâz eder.
Na’t: Hz. Muhammed’e övgüde bulunulan bölümdür.. Hz.
Muhammed’in en büyük peygamber olduğu, kâinâtın, onun nûrundan yaratıldığı
söylenir. Şefâati dilenir.
Mi’râc: Mesnevîlerin girişlerinde, sık sık mi’râc olayı
anlatılır.
Mu’cizât : Mu’cizât, mu’cize kelimesinin çokluk şeklidir.
Hz. Muhammed’in mucizeleri anlatılır.
Medh-i Çihâr-Yâr: Dört halîfe olan Hz. Ebûbekir, Hz. Ömer,
Hz. Osman ve Hz. Ali’nin övüldükleri bölümdür.
Pâdişâh Övgüsü: Devrin pâdişâhı övülür.
Devlet Büyüğü Övgüsü: Mesnevî, bir vezir, bey veya paşaya
sunulacaksa, o şahıs bu bölümde övülür.
Sebeb-i Te’lîf: Mesnevînin hangi sebeple yazıldığının
anlatıldığı bölümdür.
Konunun İşlendiği Bölüm:
Bu bölüm, “âgâz-ı dâstân” diye anılır. Bu bölümde, şu konular işlenir:
Okuyucuyu her hangi bir konuda bilgilendirmek ve onu
eğitmek için yazılan mesnevîler:
Dînî mesnevîler:
Tasavvufî mesnevîler
Ahlâkî mesnevîler
Ansiklopedi mâhiyetindeki mesnevîler
Okuyucunun kahramanlık duygusuna hitap eden, konusunu
menkabelerden ve tarihten alan mesnevîler:
Menkabevî mesnevîler
Târihî mesnevîler
San’at yönü ağır basan, okuyucunun edebî zevkine hitâb
eden, aşk ve mâcerâ mesnevîleri:
Şâirlerin gezip gördükleri yerlerde yaşadıklarını anlatan,
hayâtından kesitler veren; kişileri, meslekleri, düğünleri ve bazı yöreleri
tasvir eden mesnevîler.
C: Sonuç Bölümü:
Bu bölümde ister tek, ister birden çok başlık bulunsun,
şâirlerin söyledikleri, şu şekilde sıralanabilir:
Allâh’a hamd ü senâ
Sultâna övgü ve saltanatının devâmı için du’â
Şâirin eseriyle ve şâirliğiyle övünmesi
Tanınmış mesnevî şâirlerini ve eserlerini anma
Şâirin eserine verdiği ad
Hasetçilere, dikkatsiz müstensih ve okurlara yergi
Mesnevînin beyit sayısı
Mesnevînin yazılış tarihi
Okuyucudan hayır du’â isteme
Mesnevînin vezninin belirtilmesi.
Not: Bu ders notları değerli hocam Kâmil Akarsu'ya aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder