Her dönemde olduğu gibi Dîvân edebiyâtında da birkaç tip
nesir görülür.
l. Sâde Nesir: Halkın konuştuğu dilin esas alındığı
nesirdir. Zaman zaman ağdalı üslûba ait kelime ve terkiplerin bu nesre girmesi
normal görülmelidir.
Kur’ân tefsirleri, hadis kitapları, menkabevî İslâm
tarihlerinin büyük kısmı, fütüvvetnâmeler, menâkıbnâmeler, dînî-destânî halk
kitapları, halk hikâyeleri, halka yönelik tasavvufî eserler, gazavât-nâmeler,
ahlâk kitaplarının çoğu, bu üslûpla yazılmışlardır.
Konşıya hediye vireler, azdan çokdan... Egerçi harâc virür
kâfirse dahı... Mesele: Konşı evine destûrsuz bakmayalar. Mesele: Ba’zılar
eydür: Sağ koldan sol koldan, dahı öninden ardından kırkar ev konşıdur. Nafaka
vireler... Don vireler... Kurbân etin vireler. Mesele: Konşınun itin urmayalar.
Dîvârına işemeyeler. Katı söylemeyeler. Oglancugına lâtîfe ideler, yüzin
yuyalar. Başın sıgayalar. Başına yag dürteler. Mesele: Konşı nesnecük virse az
görmeyeler. Hor bakmayalar. Ugrayıcak güler yüzle bakalar. Ödünç vireler; sayru
olsa soralar; çağırsa, meded dilese varalar. Ölüsine, dügünine, cenâzesine
varalar. Evin, tavarın saklayalar. Hıyânetlik itmeyeler avratına, oglına,
kızına, karavaşına. Dahı yaramaz kokulu nesne, konşı evinden yana atmayalar.
Evin yüksek yapmaya, konşıya yil varmasun diyü. Mesele: satun aldugı yimişden
konşıya vire, kendü yimezdin öndin. (Anonim hadis kitabı)
2. Süslü Nesir: Arap ve Acem lûgatlerinden alınan
gelişigüzel kelimeleri, sık sık uzun ve çapraşık terkiplere malzeme olarak kullanıp Türkçe sözlere az çok yer veren bir
nesirdir. Dîvân şiirinin lâfız san’atlarından çoğu ve nesir kâfiyesi olan
“seci’ “, bu tip nesrin belirgin özellikleridir. Fâtih Sultan Mehmed devrinden
başlayarak yabancı kelime ve terkiplere açılan dîvân şiiri gibi dîvân nesri de
anlaşılır olmaktan sür’atle uzaklaşmıştır.
“Târîh-i Ebu’l-Feth yazarı Tursun Bey’den başlayarak İbn
Kemal, Hoca Sa’deddin, Kara Çelebi-zâde Abdulazîz, Raşid gibi tarihçiler, Âşık
Çelebi, Hasan Çelebi, Sâlim, Safâyî gibi tezkireciler, bir çok resmî ve özel
mektup (yazışma) örnekleri dergisi olan “Münşe’ât Mecmû’ası” yazarları, bu
süslü nesir (inşâ) yolunu takip etmişlerdir.
Bu nesrin en çarpıcı örnekleri olarak Veysi (Ö. 1628) ile
Nergisî (Ö. 1635) gösterilirler. Oysa XVII. Asırda Peçevî, Kâtib Çelebi, Evliyâ
Çelebi, Koçi Bey ve Hasanbey-zâde gibi güçlü yazarlar, Türk nesrinin anlaşılır,
sevimli örneklerini vermişlerdir.
Örnek:” ....... Ahmed Paşa, hayl-ı seyl-kirdâr ve leşker-i
zafer-şi’ârla vardı ol hisâr-ı üstüvârun üzerine düşdi; mevâkib-i kevâkib-şümâr
şehrün kenârındaki gülzâr-ı pür-berg ü bâr gibi diyâr-ı âbâda, kiştezâra cerâd üşer
gibi üşdi. Küffâr-ı bed-kirdâr kaçup hisâra girüp kal’anun kapusını yapıcak
dervâze-i kârzâr feth oldu. Ra’d-girîv toplarun ki dehân-ı dîv gibi
âteşîn-demdi âvâzesiyle şeş-gûşe-i âlem doldu. Ceyş-i bed-kîşün
ser-efrâzlarından sengin-beden ehremenler, bârûlar gibi gerinüp sünüp gâzîlere
görünmek isteyince top-taşı başlarını götürür, gevdeleri bedenler gibi dîvâr
kenârında kalurdu. Ol dürc-i şekâvet içindeki bed-gevher burclar üzerinde
bedenler gibi dizilüp tururken darb-zen ve pirengi her kangısına ki tokunurdı
ya kolın budın götürür ya bütün alurdı. Ceyş-i İslâm ol kîş-i bed-fercâmla bir
nice eyyâm muhkem ceng idüp sûr içini gûrları gibi küffâr-ı bed-kirdârun
gözlerine teng idüp darb-ı destle hisârı aldılar; içine cârûb-ı harbî çaldılar.
(İbn Kemâl; Tevârîh-i Âl-i Osmân)
Fakat XV. Asır yazarı ve devlet adamı Sinan Paşa’nın
nesrini, bu süslü nesrin dışında görmek ve
“âlî nesir” (yüksek nesir) diye adlandırmak gerekir:
“Alîmsin ilmine gâyet yok. Kadîrsin kudretine nihâyet yok.
Kadîmsin ukûl-i mütekaddimîn ve müte’ahhirîn dâ’ire-i kıdemine kadem basamaz.
Bir ‘âşıksın ki ‘aşkın hevâsında dün ü gün âsiyâ-yı çarh inler; bir mahbûbsın
ki şevkin derdinden felekler çarha girüp oynar......
................................ (Sinan Paşa,
Tazarru’-nâme)
........... Gündüz olur dünyâya uyup yürürsin ve ahşam
olur gaflet döşeginde uyursın. Ömre inanup anı durur sanursın ve hayata güvenüp
anı kalur sanursın. Hîç fikr eylemezsin ki kanı bu husûnı hısn eyleyüp bu
sâhaları hâris olanlar? Ve kanı bu hadâyikı imâret idüp bu tîmârı gâris
olanlar? Kanı bu şehirleri binâ eyleyenler ve kanı bu san’atleri ihyâ
eyleyenler? Kanı hezâr sürûr ile bu sarâyları yapanlar ve kanı bu cihâna hükm
idüp benüm sananlar? Kanı şol serîr-i sa’âdet üstindeki icülûsları, kanı şol
meclislerindeki sâkîleri ve kûsları? Kanı nedîmleri ve gûyendeleri, kanı dürlü
dürlü sâzendeleri? Ne kendüler kaldı, ne yoldaşları, ne eşleri kaldı ne
işleri... Tut ki bir hayâl idi geldi ve gitdi; hokka-bâz-ı cihân hokkasın açdı
ve gine yumdı...... (Sinan Paşa, Ma’ârif-nâme).
3. Orta Nesir:
Bu yazı dili de halkın konuşma dilinden oldukça uzaktır.
Yazar, esas olarak anlatmak istediği şeyin peşindedir ve lâfız san’atları ve
hüner gösterme gayreti, süslü nesirde olduğu gibi değildir. Fakat seci’li
söyleyişler, bu nesirde de sık görülür.
Gelibolulu Âlî’nin, Na’îmâ’nın tarihleri, Kâtib
Çelebi’nin Mîzânü’l-Hakk’ı,
Düstûrü’l-Amel’i; Evliyâ Çelebi’nin Seyâhat-nâme’si, Koçi Bey’in risâlesi; bazı
dînî eserler ve fetvâlar, coğrafya eserleri, sefâret-nâmeler ve biyografik
eserler, bu nesirle yazılmışlardır.
Orta nesrin sade nesirden net bir çizgiyle ayrılması,
kolay değildir.
Örnek:
“..... Pes cemî’sin cem’ eyleyüp ol gün merhûmı da’vet
idüp Papa dahı murassa’ libâslar, üç koronalı murassa’ tâcın giyüp barmaklarına
kıymetlü taşlu yüzüklerinden geçirüp tahta geçüp oturmış idi. Sagında solında
kürsîler üzerinde kardinaller oturmış idi. İlçiler ve sâ’ir ashâb-ı dîvân ayag
üzre durmışlardı ki merhûm Sultân Cem, kendü halkiyle ve Riga Fransa’nun ...... âdemîsiyle ve Rodos begleriyle içerü girdi.
Cemî’ kardinaller ayag üstine kalkdılar. Papa dahı yakın gelicek ayag üstine
durup merhûm ile musâfaha mu’ânaka idüp merhûmun boynında iki tarafında öpüp
“Hoş geldün, kadem getürdün” diyü envâ’-ı telattuf ile mülâyemet ile yine
mekânına gönderdi. İki üç güne degin kemâyenbagî ziyâfetler ve ziynetler ki
vardur, itdüklerinden sonra üçünci gün tenhâca halvet-hânesine okuyup bir
kürsîde merhûm ve bir kürsîde Papa ve bir kürsîde ........... nâm bir kardinal
oturup söyleşürken merhûmun gayr millet arasına gelmekden maksûdın sordılar.
Merhûm dahı eyitdi: “Gayr millete gelmek maksûd degül idi. Belki Rûmili’ne
geçmege Rodos kavminden yol istedüm. ‘Ahd ü peymân ile Rodos’a geldükden sonra
Rodos kavmi ahdlerine vefâ itmeyüp andların sıyup beni yoluma gitmege komayup
yidi yıldur ki habs iderler....
(Vâkı’ât-ı Sultân Cem)
Not: Bu ders notları değerli hocam Kâmil Akarsu'ya aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder